Kimya biliminde kadınların katkılarına dikkat çekmek amacıyla yayınlanan “Hesaplamalı Kimya Alanındaki Kadınlar” adlı özel sayıda, Dr. Orkide Coşkuner-Weber ve üniversiteler arası işbirliği ile Prof. Dr. Birgit Strödel’in makalesi, Alzheimer hastalığında oksidatif stresin mekanizmasını aydınlatıyor. ABD’de Nobel ödüllü araştırmacılarla birlikte çalışan Dr. Coşkuner’in bulguları, Alzheimer tedavisi ve ilaç geliştirilmesi konusunda umut verici bir ışık yakıyor. Türk-Alman Üniversitesi Moleküler Biyoteknoloji Bölümü Öğretim Üyesi olan Dr. Coşkuner, sorularımızı yanıtladı.
– Alzheimer’ı araştırmaya nasıl başladınız?
Alzheimer hastalığının patolojisi ve mekanizması üzerine 10 yılı aşkın bir süredir çalışmaktayım. 2007 yılında ABD’de Ulusal Standartlar ve Teknoloji Enstitüsü’nde (NIST) Dr. Carlos Gonzalez ve Dr. Jeffrey Hudgens ile birlikte başladığımız araştırmalar sonrasında, Teksas Üniversitesi’nde yardımcı doçentlik dönemimde bu çalışmalara devam ettim. Şu anda Türkiye’de araştırmalarımı sürdürmekteyim ve bu yaz Forschungszentrum Jülich’de Almanya’da çalışmalarımıza devam edeceğim.
– Alzheimer alanındaki çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Alzheimer hastalığı, son derece karmaşık ve heterojen bir yapıya sahiptir. Uzun yıllardır standart tıpla ve bilimsel yöntemlerle kesin bir tedavi yöntemi geliştirilememiştir. Bunun başlıca nedenlerinden biri, Alzheimer hastalığında yer alan amyloid-beta adlı peptidin düzensiz ve hızlı bir şekilde şekil değiştirmesidir. Bu peptitler, birbirleriyle etkileşime girerek önce oligomerler, ardından fibriller ve nihayetinde agregatlar oluşturarak beyinde birikir. Genetik faktörler, oksidatif stres ve mitokondriyal disfonksiyon, amyloid-beta’nın düzensiz yapısını ve agregat oluşumunu etkileyen temel patolojik mekanizmalardır. Teksas Üniversitesi’nde Japon genetiğinde ortaya çıkan Osaka mutasyonu üzerine yaptığımız araştırmalar, amyloid-beta peptidinin şekil ve işlevlerini nasıl etkilediğini ortaya koymuştur.
– Mitokondrilerin Alzheimer’daki rolü nedir?
Mitokondrileri, hücrenin enerji santrali olarak düşünebiliriz; oksijen ve yağ asitleri alarak enerji (ATP) üretirler. Ancak aşırı yan ürün oluşumu, hücreyi ciddi şekilde tehdit eder. Mitokondrilerin işlevi, enerji üretimi açısından son derece kritik bir konudur. Oksidatif stres, mitokondrilerin işlevini olumsuz etkileyen önemli bir faktördür. Alkol, bazı ilaçlar ve ağır metaller, mitokondriyal fonksiyonları etkileyen başlıca etkenlerdir. Çoğumuzun vücudunda cıva, arsenik gibi ağır metaller bulunmakta ve aşırı şeker, fast food türü gıdalar bu toksinlere katkıda bulunmaktadır. Yaş ilerledikçe, beyinde enerji üretimi azalmakta ve sağlıklı yaşlanma süreci sağlanamadığında, mitokondri işlevleri bozulmaktadır.
Antioksidanların Rolü
Oksidatif stres, vücudun metabolizması sonucu oluşan serbest radikallerin hücrelerimize verdiği zarardır. Uzun süreli oksidatif stres, hücrelerin yaşam sürelerini kısaltır. Yüksek antioksidan kapasitesine sahip besinler, hücreleri koruyarak daha uzun ve sağlıklı bir yaşam sunma potansiyeline sahiptir. Ağır metaller, oksidatif stresi tetikleyen unsurlardandır. İlaç endüstrisinin, hastalığın mekanizmasını araştırmadan kimyasal ve biyolojik ilaçlar geliştirmeye çalışması sıkça karşılaşılan bir eksikliktir. Bizler Türkiye’de bu mekanizmaları araştırarak biyolojik ilaçlar geliştirmeye çalışıyoruz; yani antikorlar tasarlıyoruz. Araştırmalarımızda geleneksel tekniklerin ötesine geçiyor, yeni yöntemler geliştirerek hastalığın mekanizmasını anlamaya çalışıyoruz. Kuantum mekaniği, istatistiksel mekanik, termodinamik, biyofizik ve biyoenformatik gibi alanları bir arada kullanarak atomik seviyede veri elde ediyoruz.
Araştırma Merkezleri Kuracağız Alzheimer hastalığının görülme sıklığı giderek artıyor. Bilim, Alzheimer konusunda ne aşamada? Bu hastalığın gizemleri çözülmeye başladı mı? Son on yılda Alzheimer hastalığı hakkında daha fazla bilgi edinmeye başladık, ancak patolojisi henüz tam olarak anlaşılabilmiş değil. Gelecekte kesinlikle tedavi olanağı olacak. İlaç şirketlerinin, patolojik mekanizmalara önem vererek geliştirecekleri tedavi yöntemleri umut verici olabilir. Ronald Reagan’ın Alzheimer hastalığına yakalanmasının ardından, Amerika Birleşik Devletleri bu konuda duyarlılık göstererek çeşitli Alzheimer araştırma merkezleri açtı. Türkiye’de de benzer merkezlerin açılması için çaba gösteriyorum. |
– 2017’de çalışmalarınızı Türkiye’ye taşımak ve Türk öğrenciler yetiştirmek için Türk-Alman Üniversitesi’nde çalışmaya başladınız. Çalışmalar nasıl gidiyor? Kız öğrencilerin ilgisi nasıl?
2017 Ekim’inde çalışmalarımı Türkiye’ye taşıdım, ancak halen Almanya ve ABD gibi ülkelerle işbirliği yapmaya devam ediyorum. Türk öğrencileri, özellikle de birinci sınıftayken araştırma projelerine dahil ederek yetiştirmeyi amaçlıyordum ve bu hayalimi gerçekleştirdim. Çalışmalar oldukça başarılı bir şekilde ilerliyor. Hem Alzheimer hem de Parkinson hastalıkları üzerine uluslararası ilgi gören araştırmalar yürütüyoruz. Eğitim sistemimizdeki eksiklikler, küresel ölçekte oldukça yaygın. Türkiye’de ise ezberci bir eğitim anlayışı baskın, bunu Türk-Alman Üniversitesi’nde aşmaya çalışıyoruz. Kız öğrencilerim, özellikle araştırma konularına büyük ilgi gösteriyor. Şu anki araştırma grubumda 4 kız öğrencim var ve hepsi oldukça zeki.
Şehirlerde Risk Daha Fazla
Türk Kadınının Şansı Atatürk
Endüstrileşmiş bölgelerde yaşayan insanların beyinlerinde “bakır, çinko, demir gibi geçiş metal iyonları” daha fazla bulunuyor ve bu metaller zamanla amyloid-beta proteiniyle etkileşime girerek Alzheimer riskini artırıyor. Kısacası, şehirde yaşayan bireylerin bu hastalığa yakalanma riski daha yüksektir. Alman bilim kadını Prof. Dr. Birgit Strödel ile birlikte, bu kimyasal mekanizmanın nasıl geliştiğini araştırdık ve bu çalışmamız, Alzheimer tedavisinde kullanılabilecek yeni ilaçların önünü açtı.
Derginin Özel Sayısı ve Önemi
Dergi, ilk kez kimya bilimindeki kadınların başarılarını vurgulamak amacıyla “Hesaplamalı Kimya Alanındaki Kadınlar” adlı özel bir sayı olarak yayımlandı. Bu durum, Batıda kadınların bilim dünyasında yaşadığı zorlukları göz önüne seriyor. Türkiye ise Atatürk sayesinde bu tür sorunlarla karşılaşmamış bir ülke. Batı’daki kadın bilim insanları, bilimsel alanda yer bulabilmek için büyük mücadeleler vermekte ve hala devam etmektedirler. Bu durum, teorik alanlarda da geçerlidir; çoğunlukla öne çıkan isimler erkeklerden oluşmaktadır. Bizler, bu olumsuz durumu değiştirmek için çalışıyoruz; bu nedenle hesaplamalı kimya alanında, dünya genelindeki kadınların başarılarının görünür kılınması oldukça önemliydi.